Beyin Göçünü Beyin Gücüne Çeviren Yabancı Akademisyenler

Cumhuriyetin 100. yıl kutlamalarında Atatürk’ün 1933 yılında gerçekleştirdiği üniversite reformunu anmamak mümkün değildir.  Bu reform bir yandan çağdaş üniversitelerimizin kuruluşunun diğer yandan da Hitler yönetiminin diğer insanlar gibi, bilim insanlarına da nasıl acımasız ve insafsız davrandığının örneklerinden biridir.

Federal Almanya Cumhuriyetinin Başkanlığını da yapmış olan Prof. Dr. Romen Herzog bu oluşumu dünyada tek örnek olarak değerlendirirken Türkiye’ye gönderilen bilim insanlarını “BİLİMSEL ZORUNLU SIĞINMACILAR” olarak niteler.

Şimdi elimde 1.baskısı 3000 adet olan, Haziran 2023 tarihli  “İstanbul Üniversitesinin Yabancı Akademisyenleri” adlı kitap bir Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu yayını. Kitabın takdim yazısını yazan Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Bülent KATKAT, kitabın yazarı Prof. Dr. Nihat Falay’ın da eseri titizlikle hazırladığının ve telif hakkı da istemediğinin altını çiziyor.

Kitabın yazarı Prof. Dr. Nihat Falay Türkiye’ye beyin göçünün ilk olarak Anadolu’da bir Türk devletinin kurulmasıyla İran’dan ve diğer ülkelerden “ulema” akımı şeklinde olduğunu, sonra da ikincisinin 1917 Rus Devriminde bir çok Türk düşünürün gelmesiyle devam ettiğini, üçüncüsünün ise Hitler döneminde Almanya’dan ayrılan bilim insanları olduğunun belirtiyor.

Türkiye tarih boyunca göç alan bir ülke olmakla beraber özellikle beyin gücü bakımından çeşitli nedenlerle zaman zaman göç veren bir ülke haline de gelmiştir.

Özellikle 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun 2. maddesinde yapılan değişiklikle 1983 yılı sonrasında bazı öğretim üyelerinin yurt dışına göç ettikleri ve beyin güçünün devam ettiğini yeri gelmişken belirtmek gerekir.

Aslında İstanbul’un fethi aşamasında da büyük bir göç daha olmuştu. Bu hususu 1933 yılının Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip; 6 Temmuz 1933 tarihinde göçmen bilim adamlarıyla imzalanan anlaşma sırasında:   “500 yıl önce İstanbul’u aldığımızda, Bizans’ın önde gelen bilim adamları ve sanatçıları ülkeyi terk ettiler. Bunlardan birçoğu İtalya’ya gitti ve orada Rönesans’ı başlattı. Şimdi Avrupa’nın aldıklarını bize geri vermesinin zamanı gelmiştir. Vatanımıza yenilikleri getirmenizi, böylelikle çağdaş düzene ayak uydurmamızı sağlamanızı ve yeni nesile çağdaş bilimde ilerleme yolunu göstermenizi umuyor, milletçe teşekkür ve saygılarımızı sunuyoruz” diyerek vurgulamıştı.

Türkiye’de Cumhuriyet döneminde yükseköğretimde modernleşme, 1933’te yapılan üniversite reformu ile başlamış Darülfünun kapatılıp İstanbul Üniversitesi açılmıştır.  İstanbul Üniversitesinde Nazi Almanya’sından kaçıp Türkiye’ye gelen yabancı bilim adamlarının çeşitli fakültelerde ders vermeleri sağlanmış ve yükseköğretim her bakımdan yenilenmiştir. Özetle Türkiye artık çağdaş düzeyde bir üniversite uygulamasını gerçekleştirmiştir. Darülfünun 2252 sayılı yasayla kapatılmış ve yerine Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı İstanbul Üniversitesi kurulmuş ve bu kanunla, İstanbul Üniversitesi’ne bağlı olarak; Tıp, Hukuk, Edebiyat, Fen Fakülteleri açılmıştır.

Bu dönemde Hitler’in, insanlık ve demokrasi dışı uygulamalarından kaçan bilim adamı, Almanya’dan kaçarak Türkiye’ye sığınmaya başlamışlardı.

Atatürk döneminde bir taraftan, yabancı bilim insanlarının Türkiye’ye getirilmesi öngörülürken diğer yandan Türk öğrencileri de eğitim için yabancı ülkelere gönderilmiştir.

Bizim üniversitelerimizde çok başarılı çalışmalar yapan ve özellikle Almanya’dan gelen bilim insanlarının bir kısmı ülkemizde vefat etmişler, bir kısmı ise 2.Dünya savaşının sona ermesinden önce veya sonra ya ülkelerine veya Amerika’ya dönmüşlerdir. Ancak hemen belirtelim ki bu bilim insanlarından hiçbiri faşist yönetimin çökmesinden önce Almanya’ya dönmemişlerdi.

Bu bilim insanlarından biri olan Gerhard Kessler,  “Asil ve şövalye ruhuna sahip Türk ulusuna bana bu imkânı tanıdıkları için ebediyen müteşekkir kalacağım” demiştir.

“İstanbul Üniversitesinin Yabancı Akademisyenleri” adlı kitapta tam 163 bilim insanının kısa özgeçmişleri yer almakta ve biyografik bir çalışmanın güzel bir örneği sergilenmektedir. Bu kitapta Faşist Almanya’da üniversiteden kovulan öğretim üyelerinden 38’inin daha sonra ÖLDÜRÜLDÜĞÜ ve ayrıca 36’sının da bu sürece dayanamayarak İNTİHAR ettiği bilgileri de yer almaktadır.

1933’ten sonra utanç verici bir sürgün uygulaması ile Alman bilim insanlarından İstanbul’a gidenlerden bazıları:

– Tıp Fakültesine: Fricdrich Dessauer, Erich Frank, Josef Igers- heimer, Adolf Kantorowicz, Wilhelm Liepman, Rudolf Nissen, Philipp Schwartz, Max Sgalitzer;

– Matematik ve Tabii İlimler Fakültesine: Fritz Arndt, F. L. Breusch, Curt Kosswig, E. F. Freundlich, Alfred Heilbronn, Arthur v. Hippel, Richard v. Mises, Willy Prager;

– Hukuk ve – sonradan bağımsız hale gelen— İktisat Fakültesine; Josef Dobretsberger (Avusturya), Ernst Hirsch, Richard Honig, Gerhard Kessler, Fritz Neumark, Wilhelm Röpke, Alexander Rüstoıv, Andreas Schwarz, Kari Strupp;

– Yüksek Teknik Okulu Mimari bölümüne: Clemens Holzmeister (Avusturya), Gustav Oelsner, Bruno Taut.

Ankara’ya gelenler arasında ise şunlar da vardı: Fritz Baade, Hans Bremer, Wolfram Eberhard, Albert Eckstein, Otto Gerngross, Emil Gotschlich (Avusturya), Hans Gustav Güterbock, Benno Landsberger, August Laqucur, Alfred Marchionini, Eduard Melchior, Kari Menges, Paul Pulewka, Georg Rohde, Walter Ruben, Wilhelm Salomon Calvi, Martin Wagner.

Benim bu bilim insanlarının Türkiye’deki öykülerinden ilginç gördüğüm birkaç izlenim kitapta şöyle anlatılıyor:

Albert GABRIEL: Atatürk’ün çağrısıyla İstanbul’un ilk planını yapan ve Türkiye Turing ve Otomobil Kurumunun dergisinde İstanbul’un ilk nazım planının hazırlayıcısı olan Henri Prost, Gabriel için: “ Fransa’nın Türkiye’deki gerçek büyükelçisi” demiştir.

Andre NAVİLLE: 1937’de ufo hastalığına yakalanan Naville, İstanbul’da vefat etmiştir. Alfred Heilbr0nn, O’nun vefatı üzerine “ Bu çok velud,   doğurgan hayatın vakitsiz ve manasız ölümünü ifade ile bir canlının hayatının hangi yasalara uyduğunu daha iyi bilebilseydik onu tahrip eden mikroorganizmalara daha güçlü mücadelede muvafakiyetli silahlar hazırlayabilirdik” demişti.

Andreas Bertalan SCHWARZ: Antisemik gerekçelerle işinden ayrılmış ve Yahudi olmayan eşiylebirlikte1934’te Türkiye’ye gelmiştir.  Roma Hukuku, Medeni Hukuk ve <Mukayeseli Hukuk profesörü olarak görev yapmıştır. 1943 yılında Nazi Almanyası yöneticileri tarafından karma evliliklerdeki tüm “ari ırktan” eşlere talimat verilerek eşlerin boşanmaları ve Almanya’ya dönmeleri istendiğinde bunu yapmamıştır.

Clemens Emin BOSCH:  Protestan mezhebinden İslam dinine geçmiş ve kendi isteğine ek olarak “Mehmet Emin” ismini seçmiştir. Sonra çocuklarına da Türk isimleri vermiştir.

Curt KOSSWIG: Urfa-Birecik yöresinde “kelaynak” kuşlarının konakladığı ve yumurtladıkları bölgeler Kosswıg tarafından keşfedilmiş ve zooloi dünyasına tanıtılmıştır.

Ernst Eduard HIRSCH: 1945’ te Hirsch’in bir oğlu dünyaya gelmiş ve oğluna Türkçe bir isim olan ve şafakta aydınlık anlamına gelen “Enver” adını vermiştir. Ancak Arap kökenli olan bu adın yanına da türkçe olan “Tandoğan’ı” ekelemiş ve çocuğun ismi sonuçta Enver Tandoğan Hırsch olmuştur. Hırsch 1951 yılında “Atatürk Yasaı”nın hazırlanmasını sağladığı gibi ayrıca Türkiye’de ilk Anayasa Şerhi yazan kişi olarak 1961 Anayasasını Almanca kaleme almıştır.

Felix Michael HAUROWITZ: İstanbul’u dünyanın en güzel kenti olarak benimsemiş, Roma, Bizans ve İslam anıtları nedeniyle yaşamlarının daha da güzelleştiğini belirtmiştir. Haurowıtz Nisan 1950 yılında yazdığı bir mektupta “ Türkiye’deki 9 yıllık yaşamından hiç pişmanlık duymadığını” belirtmiştir.

Gerhard KESSLER: Müzik yeteneği de olan Kessler, Türkiye’den söz ederken daima “memleketimiz” deyimini kullanmıştır.

Hans Oswald ROSENBERG: 1940 yılında İstanbul’da güneş çarpması sonucu ölümünden sonra Feriköy Protestan Mezarlığına defnedilmiştir.

Hugo BRAUN: İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde verdiği son dersinde “BİZİ DENİZLERİN DİBİNİN BİLE KABUL ETMEDİĞİ BİR ZAMANDA TÜRKİYE’NİN BİZE KUCAK AÇMASI, YAŞAMA VE ÇALIŞMA İMKANI VERMESİ BENİ VE AHFADIMI EBEDİYEN MİNNETTAR EDECEK VE TÜRKİYE BENM İKNCİ VATANIM OLACAKTIR” demiştir.

Josef  IGERSHEİMER: Türkiye’yi ziyaret eden İran Şahı Rıza Pehlevi, Atatürk’ün tavsiyesi ile göz rahatsızlığı için Igersheimer’e muayene olmuştur.

Leopold ROSENTHALER:  Ona göre “eczacı iyi bir adam olmadığı takdirde iyi eczacı değildir”.

Max MEINECKE : 1968 yılında yazdığı bir mektupta kendisini , “Ülkesinden gelen bir Avusturya Türk’ü” olarak nitelemiştir.

Oskar RESCHER: Yahudi olması nedeniyle Almanya’ya dönememiştir. Sonradan müslüman olmuş ve adını “Osman Reşer” olarak değiştirerek 1937 yılında da Türk uyruğuna geçmiştir.

Walther PENCK: “ Türkiye’de küçüklüğü ve durumu itibariyla tümü tek bir ÜLKENİN HÜKÜMRANLIĞINDA BULUNAN TEK DENİZ ÇUKURU MEVCUTTUR…BU DENİZ MARMARA DENİZİDİR” saptamasını yapmıştır.

Wilhelm LIEPMANN: Hamile kadınların doğum öncesi egzersiz yapma ihtiyacını ileri sürmesi devrimci bir bakış olmuştur. 1939 yılında öldüğünde Türk öğrencilerin omuzlarında taşınan cenazesi Feriköy Mezarlığına gömülmüştür.

İzzet DOĞAN

E. İstanbul Hakimi